Rio de Janeiro; Avrupalıların 1 ocak’ta ilk kez ayak bastıkları için Ocak Nehri ismini verdikleri, Guanabara Körfezi’nin doğal güzelliği sayesinde dünya harikaları arasına girmeyi başarmış bir şehir. Plaj kültürü, karnavalıyla meşhur Rio de Janeiro, Güney Amerika seyahatimizin son durağı.
Rio de Janeiro’ya gidilecek en güzel zaman kuşkusuz karnaval zamanı. Yıl boyunca bu karnaval için hazırlanan samba okulları iki hafta boyunca Rio sokaklarında geçiş provaları yapar. İki haftanın sonunda kazanan okullar Sambadromo’da şampiyonlar geçitine katılır. Akşam sonuncu okulun geçişiyle başlar ve şölen sabaha kadar sürer, şampiyonun geçişiyle son bulur. Biz 4. okulun geçişinden sonra yorgunluğa dayanamayıp otelimize döndük. Her grubun geçişi 80dk. sürüyor. Her grup arasında yarım saatlik bekleme süresi var. Müthiş bir hazırlık var ve dansçıların 80 dakika performans sergiledikleri müthiş bir efor var ortada. Bir de o yoksullukta, favelalardan (getto/varoş) çıkan bu insanlar nasıl bu kadar ihtişamlı kostümler, araçlar, süslemeler yapabiliyorlar gerçekten hayran kalmamak mümkün değil, galip gelebilmek için dişlerinden tırnaklarından arttırıyorlar. Her şeylerini bu yarışa yatırıyorlar. Şampiyon okul güzel bir ödül alıyor ve bunun için varlarını yoklarını ortaya koyuyorlar. Ellerindeki malzemeleri sonraki sene yeni bir şeye dönüştürüp başka bir ihtişamlı konseptle katılıyorlar. Tabi aslında bu işin en büyük yükü, devasa süslü araçları örtü altından ittirenlerdi. Çocukluğumuzda her sene ana haber bültenlerinde gördüğümüz o rengarenk, fıkrı fıkır karnaval görüntüleri burnumuzun ucundaydı, gerçekten çok güzel bir deneyimdi benim için. Bizim de samba ritmine yenik düştüğümüz anlar oldu =)
Eskiden şampiyonlar geçişi de sokaklarda yapılırmış. O zamanlar şehirdeki kargaşayı fırsat bilen kan davalılar, düşmanlar, alacaklıklar; cinayet, gasp ve bir çok suç işlermiş. Bu nedenle artık geçişler şehir emniyeti için Sambadrome’a taşınmış.
Rio de Janeiro’da ne yazık ki suç oranı oldukça yüksek. Turistler gasp açısından önlemlerini almaları için uyarılıyor. Biz bu seyahate çıkmadan durumu biliyorduk ve üzerimizde takı veya değerli eşya, çanta vs. hiçbir şey taşımadık, çoğunlukla fotoğraf makinelerimizi bile otelde bıraktık.
Rio de Janeiro doğasıyla büyüleyici bir şehir ancak çarpık yapılaşma da söz konusu. 4 kilometre uzunluğundaki dünyanın en ünlü plajlarından biri olan Copacabana sahili üzerinde, Avenida Atlantica’da, Rio Othon Palace otelinde konakladık. Neredeyse tüm odalar muhteşem bir manzaraya sahip. Kıyı şeridine güzel manzaramızdan bakarken garip bir bina sıralanması farkettim. Sahilde yanyana sıralanan binalar arasında küçük boşluklar var, yani binalar yapışık değil. Normalde arka sırada devam eden binaların öncekini düz hizayla geriye doğru takip etmesi gerekir, ancak iki apartman arasındaki boşluğu fırsata çevirmiş, binadaki bir kaç pencereyi bu boşluğa denk getirip ikinci sıradan deniz manzarası kopartmışlar =) Böyle bir şehir düzensizliği gerçekten şaşırtıcı.
Rio’da sahil kıyısında konaklamak güzel seçenek çünkü iç kısımlara hatta kıyı şeridinden 2 sokak içeri girince tehlike riski artıyor. Elimizdeki telefonu bile pek göstermemek gerek çünkü onu da elinizden kapmaya çalışanlar olabiliyor.
Sahil kenarındaki apartmanlara bakınca, apartman girişlerindeki demir kapılar, korkuluklar, teller, kapıda bekleyen silahlı evet “silahlı” güvenlik görevlileri dikkatimizi çekiyor. Geçtiğimiz yıllarda apartman görevlilerini de etkisiz hale getirip hatta zarar verip hırsızlık vakaları yaşanmış, bu yüzden artık güvenlik, hem binayı koruma hem de kendi canı için silah taşıyabiliyor.
Ülkede büyük ekonomik kriz var, insanlar ciddi işsizlik, dolayısıyla yoksulluk çekiliyor. Büyük yolsuzluklar, gelen giden siyasilerin ülkenin içini boşaltmaları, yıllardır tıpkı Arjantin gibi ama daha kötü durumu toparlayamıyorlar. Ancak Brezilya’da krizin etkilerini, yoksulluğu daha da yakından hissediyoruz. Havaalanından otobüsümüze binip otele giderken hemen kanalizasyon kokuları bizi karşılıyor. Tıpkı bizim eski Haliç’imiz gibi, burada da şehrin küçük de olsa bir bölümünün pisliği farkedilir durumda ve üzücü. Islah çalışmaları 20 yıl da sürse iflah olacak gibi değil. Ama şehrin bir kısmı da lüks, manzaralı oldukça pahalı evler, mahallelerle dolu. Evler milyonlara satılıyor. Zaten bir ülkenin gelişmişklik düzeyini zengin ve fakir arasındaki uçurumdan algılamak mümkün, tıpkı ülkemizde olduğu gibi. Aslında çok benziyoruz bu denge açısından. Düzensiz şehir, yolsuzluklar, fakirlik ve zenginlik.. Büyük uçurumlar, aşırı vergiler, hatta gelirinden daha yüksek vergilerle boğuşuyor Brezilyalılar. Dolayısıyla ben böyle anlatınca ayy ne kötü yermiş demeyin, bir nevi küçük İstanbul, gayet aşina olduğumuz bir dünya aslında =)
Brezilya, Rio de Janeiro demek samba, futbol ve tabi ki plaj demek. Rio’luların ciddiye alınması gereken bir plaj kültürü var. Kelimenin tam anlamıyla Rio’luların hayatı plajda geçiyor. Plajlar tamamen ücretsiz, bizdeki gibi parselleyip girişte fiş kesemez kimse. Halkın elinden plajı ve futbolu almaya kalkışanı halk ezip geçer, bu kadar önemli konular onların hayatında. Çünkü ellerinde başka neleri kalmış ki?
Sırasıyla Copacabana, Ipanema ve sonra zengin semti olan Leblon plajları gelir. Zengin ve fakirin buluşma noktası, herkesin 3 euroluk Havanias terlikler ve kadınların bikini üzerine değişik şekillerde bağlayıp, havlu olarak da kullandıkları kangalarıyla aynı oldukları bir ortamdır plajlar. Ipanema plajında biraz değişik bir düzen mevcut, Ipanema 13 bölüme ayrılmış bir plaj, örneğin 9 numaralı plaj Farme Gay Beach olarak bilinen eşcinsel plajıdır, buraya merak edip giden ama ben hiç eşcinsel göremedim diyenler oluyormuş, eşcinsellik alında yazan birşey değil haliyle, belgesel izlemeye gitmek doğru olmayabilir =)
Copacabana demografik yapısıyla biraz daha Rio’da olduğumuzu hissettiriyor, halkın her kesimini barındırıyor, Ipanema bir kademe daha derli toplu bir plaj, turistlerin daha çok beğenisini kazanıyor. Leblon ise semtin de daha zengin oluşunun etkisiyle daha varlıklı insanların uğradığı bir plaj. İki Erkek Kardeş dağlarının manzarası bu plajlardan akşam saatlerinde harika bir manzara sunuyor, Ipanema’dan da net görülüyor ama Leblon oldukça yakın ve gün batımları burada daha da keyifli oluyor.
Rio’luların plaj kültürü yani bir nevi yazılı olmayan kodları var. Örneğin kadınlar tanga giyer ama üstsüz güneşlenmez. Gerçekten hiç üstsüz birine rastlamadık, görürseniz de o bir Rio’lu değildir. Sadece bir şezlong varsa erkekler yerde oturur, ama havlu üzerinde değil, kuma oturmalı ve yanındaki kadına şezlongu vermeli. Yere oturan erkek ayağa kalktığında, poposuna yapışan kumları asla eliyle silkelememelidir, bu Rio’da ilginç ama erkekliğe yakışmayan bir harakettir. Denizde yüzülmez, suyla oynanır, adeta çimilir. Çünkü okyanusun dalgası çok sert, öyle kulaç atıp uzaklaşmak uygun değil. Zaten plajda sürekli yüzmek tehlikelidir uyarısı olarak kırmızı bayrak çekiliyor. Bu işareti görünce denize girmek yasak olsa da insanların küçük bir bölümü yine kıyıda dalgalarla oynamaya devam ediyor, ta ki görevliler gelip uyarana kadar. Tanga giymenin daha çok bir ihtiyaç olduğu dalgalarla oynarken mayonuza dolan kumlardan anlaşılıyor. Bizim mayolarımız bebek bezi gibi kum doluyken, onların popoları kumsuz dolaşması, tanganın neden burada bu kadar popüler olduğunu açıklıyor =)
Öğlen tatillerinde bile plaja koşan sıcak kanlı, eğlenceye düşkün halk hafta içi, hafta sonu farketmeksizin plajları tamamen dolduruyor. Biz de bu sayede zaten tatilde zaman mefhumumuzu kaybetmişken, her günü cumartesi gibi yaşadık, şehir her saatte o kadar hareketli ve kalabalık. Deniz kenarında çeşitli oyunlarla güneşi plajda batırıyorlar. Akşam olup karanlık çöktüğünde, bize plajın deniz kıyısına kadar gitmenin tehlikeli olduğu söylendi. Otel odamızdan geceleri baktığımızda, çok kuvvetli ışıklarla stadyum gibi aydınlatılan Copacabana plajının kıyısında kimseciklerin olmadığını gördük gerçekten. Yol tarafına yakın alanlarda (plaj oldukça geniş bir kum alana sahip) voleybol ve sık sık futbol oynayan gençlere rastladık. Kıyı kısmında tek tük birileri olunca da hemen polis atv araçlarıyla o noktayı kontrole gidiyordu. Plajın bir ucundan diğer ucuna kadar uzanan o meşhur dalga desenli sahil yürüyüş yolunda rahatça gezdik, halkın arasına karıştık. Atlantik Okyanusu’nun dev dalgalarını anlatan, Copacabana kordonu boyunca uzanan siyah beyaz dalgalı taşlarla bezenmiş yürüyüş yolu 1970′den yana bu plajın ve şehrin simgesi haline gelmiş. Pazar günleri Atlantik caddesinin bir şeridi trafiğe kapatılıyor ve yürüyüş, koşu yolu genişletiliyor. Spora çok meraklı olan Rio’lular pazar günü erken saatlerden itibaren caddeyi ve plajları spor yaparak dolduruyorlar. Spor motivasyonları, kültürleri ve sevgileri gerçekten bizi çok etkiledi.
Otelimiz de burada bulunduğu için Copacabana plajında daha çok vakit geçirdik. İnsanları incelemek, aralarına karışmak, az da olsa Rio’lu gibi yaşamak gerçekten çok keyifliydi. İnsan neden böyle dalgalı okyanusu olan bir plajın bu kadar meşhur olduğunu düşünmeden edemiyor başlangıçta. Zaman geçirdikçe anlıyorsunuz ki burası bir kültürü, yaşamı, toplumu simgeliyor. Bence bu yüzden bu kadar ünlü bir plaj, onların tüm dünyası, mutlu, özgür ve eşit oldukları yer plajlar, sosyalleştikleri, eşlerini seçtikleri, hayatlarını geçirdikleri yerler.. Çoğu bir göz oda da yaşayan halk için burası onların nefes aldığı kumlar. Beyaz kumun güzelliği, 4 kilometrelik uzunluğu, insanı yere ters çarpan dalgalarından daha fazlası olduğu kesin. Rio’lular eşlerini plajda seçerlermiş, hani bizdeki hamamda kız beğenme durumu gibi, çünkü en doğal halleriyle burada birbirlerini daha iyi tanımış oluyorlarmış.
Tüm plajlarda özellikle akşamları kurulan pazarlara uğrayıp buradan alışveriş yapmak çok keyiflidir. Bir sürü değişik çaputa bakıp pazarlık yaparken saatler geçiveriyor =) Brezilyalı kadınlar pareo benzeri uzun kangaya bayılıyor. Kangalarını farklı bağlama modelleriyle elbise gibi kullanıyorlar, plajda kuma serip havlu gibi kullanıyor, denizden çıktıklarında kurulanıp tekrar elbise gibi bağlayıp evlerine gidiyorlar. Herkesin üzerinde değişik desenlerde kanga görüyoruz. Pratik hesaplı ve şık bir çözüm =) Biz şezlogda caiprinhalarımızı yudumlarken sürekli işportacılar kanga ve bikini satmak için yanaşıyor. Bir de portatif soyunma kabinleri var ki, pek sevimli. Kadınlar bikinilerini deneyip alabiliyorlar. Özellikle Ipanema tarafında kurulan pazarlar oldukça güzel, daha iyi ürünler bulabildik, nefis şapkalar almıştık. Plajlar dışında Rio sokaklarında gezinirken beni en çok etkileyen özgün tarzda, etkileyici graffitileri oldu. Gerçekten muazzam, seyirlik stilleri var.
Brezilya’nın meşhur kokteyli Caiprinha (karperinya) hemen her yerde karşımıza çıkıyor. Mojito benzeri bir kokteyl, gitmişken denenmesi gerekenlerden. Yeme içme konusunda Brezilya beni gerçekten çok şaşırttı, dünyanın en iyi etlerini Arjantin’de bulacağız gibi bir sabit fikirle yola çıkmıştım. Öyle ete çok meraklı birisi de değilim aslında, 150 gramdan sonra boğazımdan zorlasam da geçmez mesela, daha çok otçul ve makarnacılımdır Brezilya’da churrascaria usülü et servis ediliyor. Etler şişe geçiriliyor mangal ateşinde pişirilip, önüne şişte getiriliyor, senin parmağınla gösterdiğin kısımdan döner keser gibi kesiliyor, sen elindeki minik maşayla tutup kesilen parçayı tabağına alıyorsun. Sınır yok, doyana kadar, önüne koyulan kartı sen artık doydum anlamına gelen kırmızıya çevirene kadar devam… Bu yüzden bu mekanlara gidince önden açık büfedeki leziz salatalarına çok yer ayırmamakta fayda var, gerçi onlar da gerçekten çok leziz oluyor. Ben ete meraklı değilimdir diyen bana bile 1 kilo eti rahatça yedirtecek kadar muhteşem lezzetler geliyor. Favorim baby beef ve cupin etiydi (angus hayvanının hörgüç kısmı) Bunlardan başka peynirli antrikotlar, ev yapımı sosis, organik piliçler gibi bir sürü çeşit et servis ediliyor. Burada pek meşhur steakhouse’larda dünya hesap ödeyen İstanbul’luların dili uçuklasın, Brezilya’da alelade bir churrascaria da kişi başı 25 euroya kiloyla tattığımız etlerden sonra artık her et saman gibi gelir oldu. Belki de hiç tatmamış olmak en iyisidir =)
Rio de Janeiro ‘da bir de Marius Degustare‘da balık churrascaria deneyimi yaşadık. Burası kitsch dekorasyonuyla çok ilgi çekici, turistik bir mekan. Açık büfe soğuk mezeler, deniz mahsulleri, deniz kabukluları gibi bir çok lezzet yine churrascaria usulu servis ediliyor. Mekan denizci konsepti taşıyor, hemen girişinde içleri ürperten, orta çağdan kalma gerçek bir demir dikenli, ahşap işkence koltuğu bize hoş geldin diyor. Bir sürü antika detay, yerde gökte duvarlara asılı yapışık duruyor. Tabaklar, demirden eski dalgıç kıyafetleri.. Özellikle tuvaletleri çok çarpıcı. Kadınlar ve erkekler tuvaleti farklı konseptte. Kadınlar tuvaletinde porselen bebekler ve binlerce şey tavanlara duvarlara yapıştırılmış. Biraz ürkütücü ama çok dikkat çekici bir dekorasyonu var.Erkekler tuvaleti ise içerisi boşken bizlerin ziyaretine açık, nereye tuvaletin yapılacağı meçhul bir dekorasyon var içerde =) Dekorasyonuyla öne çıkan bir mekan olsa da yemekler, özellikle açık büfesindeki tatlar ve o devasa parmesanı harikaydı, tabaklara gelen sıcak balıkları pek beğendiğimi söyleyemeceğim zaten çok az miktarda gelmişti. Tüketilenlerle kıyaslayınca fiyat performans beklenenin altındaydı. Tabi mekanın ilginç dekorasyonu fiyatları biraz yukarıya çekiyor. Böyle bir deneyim için değer diye düşünmüşler. Mekanda ara sıra bir garson tarafından çan çalınıyor. Birisi iyi bahşiş bıraktığında yapılan bir ritüelmiş. Tabi insan eninde sonunda herkesin damak zevkine uyan İtalyan mutfağını özlüyor. Hemen otelimize bir kaç adım ötede Don Camillo adında harika bir İtalyan restaurantı var, buranın pizzaları, spagettileri bir harika. Et yemekten bıkanlar için iyi bir tercih.
Corcovado Dağı – Kurtarıcı İsa heykeli: Corcovado tepesine 20 dakika süren tren yolculuğumuz sonunda 710 metre yüksekliğe varmış olduk. Biraz merdiven çıkınca 38 metrelik (30m heykel, 8m kaidesi) , dünyanın en büyük art-deco heykeli olan İsa heykeli (Christ the Redeemer/Cristo Redentor) bizi sırtı dönük karşılıyor. İsa heykelinin nefes kesen fotoğrafları vardır, kollarını Rio de Janeiro’ya açımış, hem İsa hem de müthiş bir şehir panoraması görünür… Nedense bu tepenin çevresinde böyle bir fotoğrafın çekilebileceği daha yüksek başka bir tepe olmadığını bildiğim halde, o görüntülerin helikopter ile çekilmesi gerektiğini başta hiç düşünemeyip, bu tepeye çıkmanın yeterli olacağını düşünmüşüm =) Eğer böyle bir görüntü sizin de hayalinizdeyse tek seçeneğiniz helikopter turu ayarlamak. Bu, seyahatimizle ilgili küçük pişmanlığım oldu. Çünkü 38 metrelik İsa’yı kalabalığın içinde, bu kadar yakından kadraja sığdırmak çok zor =) Tabi ki heykelin dibinde bulunmak da ayrı bir deneyim.. İsa heykelinin Rio’ya kucak açmış ve baş döndürücü bir şehir manzarası var. Heykel ile birlikte kollarımızı açıp klasik pozumuzu verdikten sonra burada manzaranın ve selfie çekmenin keyfini çıkarttık. Buradaki tesiste soluklanıp, birşeyler atıştırıp kokteyllerimizle serinlemiştik.
Corcovado dağına, trenle çıkarken yemyeşil tepelerin arasında konteynerler dikkatimi çekmişti. Bunlar polis kulübeleriymiş. Rio’nun gecekondu mahallelerine favela deniliyor. Favelalara polis ya da hiç bir güvenlik birimi giremiyor. Doğru düzgün su, elektrik, kanalizasyon sistemi dahi olmayan bu derme çatma yoksul mahallelerde Rio nüfusunun ortalama %30′u yaşıyormuş. Favelalarda belediye çöp toplamıyor, asayişi sağlayacak, toplum güvenliği ve huzurunu sağlayacak tek bir birim giremiyor. Devlet bu mahallelere katiyen karışamıyor. Tüm toplumsal ihtiyaçlar uyuşturucu mafyası tarafından yerine getirilmeye çalışılıyor. Samba’nın doğuşu da favelalardanmış. Polis arasıra anca havadan favelaya müdehale etmeye çalışıyor. Şehir efsanesi midir bilemiyorum ama duyduğumuz katliam gibi kayıp sayılarına ve olaylara bakınca gerçek olduğuna da inanıyorum; yapılan operayonlarda bazı uyuşturucu baronlarının bodrum katlarında timsahlar bulunmuş, hiç iz bırakmamak için timsahları kurbanlarıyla besliyorlarmış. Çocuk hırsızlığı, organ mafyası ve uyuşturucu, silah ticareti.. Her türlü suçluyu barındıran mahalleler turistlerin dolaştığı yerlerden çok da uzak değil. Bu yüzden sahilden 2-3 sokak içeriye girmemekte fayda var, favelalara yaklaştıkça trisk yükseliyor. Bazı bölgelere turistik geziler bile düzenleniyor artık. Ama olay turistik kısımlardan oldukça farklı.
Sugar Loaf: Şeker Tepesi iki tepeden oluşuyor, ilk olarak Marro da Urca dağına teleferik ile çıkıp daha sonra bir diğer bağlantı ile Sugar Loaf‘a varıyoruz. Deniz seviyesinde 395 metre yükseklikte muhteşem bir manzaraya sahip . Buradan kuş bakışı Rio’yu seyretmek çok keyifli. Atlantik Okyanusu bir yanda bir yanda Kurtarıcı İsa uzaktan bize kollarını açıyor..
Rio de Janeiro Katedrali: (The Metropolitan Catedral of San Sebastion) Mimarisi oldukça farklı, konik yapıda tasarlanmış, renkli vitraylarıyla göz alıcı, modern bir kilise. Pencereleri açık ancak yağış içeriye girmeyecek şekilde tasarlanmış, oldukça yüksek tavanıyla çok ferah bir kilise. Şehrin önemli, büyük ayinleri burada yapılıyormuş.
Rio de Janeiro gece hayatıyla da oldukça renkli bir şehir. Trans ve elektronik müziğin popüler olduğu Rio gecelerinde gerçek bir Carioca yani Rio yerlisine rastlamak isterseniz, Mariuzinn Copacabana’ya gidilebilir. Brezilya Funk ve elektronik müziğiyle, son dans edenler de pes edene kadar, yani sabaha kadar eğlence devam ediyormuş.
şubat 2016′ da gittiğimiz şehirde olimpiyat heyecanı çoktan başlamıştı. Otobanda giderken kötü görüntü vermesin diye favelaların önüne setler çekilmiş, yarışların düzenleneceği yerler tadilat altına alınmıştı. Ancak bu büyük organizasyonun altından nasıl kalkacakları bizim için de merak konusuydu. Tabi ki güvenlik açığı ufak tefek olayların yaşanmasına sebep oldu ama beklenenden iyi geçtği kesin.
Rio’da gasp korkusundan elimiz kolumuz boş, ayağımızda sıpıdak terlikler, şort t-shirt dolaşmanın verdiği rahatlığa bir hayli alışmıştık aslında. Döndüğümüzde buz gibi bir İstanbul bizi bekliyordu. Hayatımda çantasız sokağa çıkamam derdim, meğerse insan kendini ne kadar özgür hissediyormuş çantasız. Meşhur Havanias terliklerini biz ülkemizde en az 60-70TL’ye bulabiliyorken, anavatanında 3-5$’a satılıyor, hem hediyelik, hem de ömürlük alışverişimizi de yaptıktan sonra artık dönüş yoluna koyulduk.
Rio birden fazla sembolü barındıran , turistik, dünyaca ünlü bir şehir. İnsanları ve onların yaşam biçimleriyle çok renkli, tüm yaşam zorlukları, memnuniyetsizliklerine, işsizliğe, yoksulluğa rağmen kendilerini bir şekilde mutlu etmenin yollarını arayan sıcak latin kanı taşıyan insanların, yaşam enerjileri etkileyici. Plaj hayatı, müthiş manzaralı tepeleri, karnavalları, festivalleri, futbolu, barbeküleri, şarapları, danslarıyla, hareketli kültürlerini yakından görmek, dünyamızda bir kapı daha açmak bizim için çok güzeldi. Uzun tatilimizin son durağı Rio’dan Coppacabana plajında son bir sabah yürüyüşü ve dalgalarla dans ile vedalaşıp, Havanias terliklerimizi, patlama noktasına gelen bavuluma zorla yerleştirip artık yurda dönme vaktimiz gelmişti. Air France ile Paris aktarmalı olarak İstanbul’a, pamuk kedimize uzun bir yolculuk sonrası nihayet kavuşmuştuk.
Uzaklara gitmek ve her yolun, yolculuğun sonunda sizi hasretle bekleyenlerin olması çok güzel =)
Güney Amerika gezimin diğer yazıları Buenos Aires ve Iguazu‘ya da göz atabilirsiniz..
13
Kasım 11, 2016
Cok akici bir diliniz var, bir solukta okudum. Karnavalda rio da olmak en guzel zamandir gercekten. Cok gosterisli gorunuyor. Harika bir deneyim olmus sizin icin. Paylasiminiz icin tesekkurler
Kasım 11, 2016
Ciserencim harika bir yazi dizisi olmus. Hep gezsen ceksen yazip cizsen keske. Ama o zaman da bebeklerini ozlerim. Sasirdim hangisini daha cok seviyorum karar veremedim kalemine ve gozune saglik
Aralık 9, 2016
Guney amerika turu planlarken yaziniza rastladim detayli bilgiler faydali olacak eminim. Eski yazilariniza da baktim ve hemen hemen ayni yerlere gitmisiz.sanki ben oralara hic gitmemisim,sehirleri sizin yazinizla daha iyi yasadim durust olmak gerekirse
Aralık 13, 2016
Sevgili Ciseren, sayfana girip girip bakiyorum acaba Fas ile ilgili yazi cikmismidir diye. 2017 Nisanda gidecegiz, heyecanla bekliyorum inanki.
Aralık 23, 2016
Çok güzel bir tanıtım yazısı olmuş ellerinize sağlık..
teşekkür ederiz..