İstanbul Yarı Maratonu ve Bozcaada Yarı Maratonu’nda 10km parkurunda yarıştıktan sonra, önümde hedef kalmadı ve biraz boşluğa düşmüştüm. Araya giren iş yoğunluğu, yazın sıcağı, rehavet derken koşuyu türlü bahanelerle aksatmıştım. Çekimim olmadığı zamanlarda her salı akşamı ve pazar sabahı koşu grubum Volt Floyd ile koşmak iyi motivasyon oluyordu.
Önüme yeni hedef koyup tekrar canlanmayı planlarken 9 Eylül İzmir Yarı Maratonu‘na kayıt olmayı düşündüm ama sıcaktan ötürü ilk 21k’mı bu parkurda koşmayı hiç istemedim. Eylül ayında Kopenhag’da da bir yarı maraton olduğunu öğrenince buna katılmak için çok heyecanlandık. Murat‘la ilk kez yurtdışında bir yarış heyecanı yaşamaya çok hevesliydik. Sıradaki hedefim artık netti, gözüm korkusuz, Kopenhag Yarı Maratonu’nda benim için ciddi bir mesafe olan 21K koşacaktım. Kopenhag parkuru dünya yarı maraton rekorunun kırıldığı, yarı maratonların en düz ve hızlı parkuruydu. Bu da bana sıcak ve yokuşlarda zorlanan biri olarak büyük cesaret vermişti ve önümde hazırlanacak uzun haftalarım vardı.
Kopenhag’a 2016 senesinde 5 günlük seyahatimiz olmuştu, bu şehri gerçekten çok sevmiştik fakat şimdiye kadar ziyaret ettiğim şehirlere hiç koşucu gözüyle bakmamıştım. Artık sokakta koşan insanlar daha çok dikkatimi çekiyor, parkların ne kadar çok olduğu, koştukları kaldırım, bahçelerin bizdeki gibi eklem düşmanı beton olmadığını şimdilerde gözlemliyorum. Onlar için evden, işten adımını attığı her yer koşmaya elverişli. Biz ise İstanbul’da ne yazık ki koşuya uygun çok az alana sahibiz ve buralara ya trafikte büyük zaman harcayıp ulaşarak ya da koşu için en kötü zemin olan betonda, egzoz gazları arasında koşmaya çalışıyoruz.
Volt Floyd ekibimizle 17 kişilik bir grup olarak Kopenhag’a gitmemiz de ayrı bir eğlenceydi, daha önce yarı maraton koşanlar kişisel rekorunu kırmak için antrenman yaparken, ilk defa yarı maraton koşacaklar da hevesle bu parkura hazırlanıyordu. Ne yazık ki ben zaman zaman sağlık sorunları nedeniyle zorunlu aralar vermek zorunda kaldım. Aslında sadece son 3 hafta sistemli hazırlanabildim diyebilirim. Ara ara düzensiz egzersizlerim oluyordu ancak koşmak bir çok spor gibi düzen, sistem isteyen bir spor. Yine de yarış zamanı geldiğinde kendi standartlarıma göre çok güçlü ve hazır hissediyordum. Motivasyon en büyük güç ve bu bende fazlasıyla vardı =)
Kopenhag’da yeniden turist olmak ve bu sefer koşucu olarak gitmek çok daha keyifli oldu. Kopenhag’ın yerel koşu grubu NBRO Running ev sahipliğinde, yarış öncesi BTG (bridge the gap), yani yarışın düzenlendiği şehre dünyanın çeşitli şehirlerinden gelen koşu gruplarının kaynaştığı etkinliklere ve bir gün öncesinde de shake-out run’a (ısınma koşusu) katıldık. Koşu kültürünün bu denli yaygın, katılımın yüksek olduğu bir ortamda, dünyanın çeşitli köşelerinden gelen koşu gruplarıyla bir arada bu heyecanı paylaşmak, yarış günü yaşayacağımız keyfi gerçekten de katlamış oldu. Kopenhag Yarı Maratonu’nun benim için en etkileyici yanı halkın yarış günü seyirci olarak yoğun katılımı, coşkusu, sayısız cheer zone ile koşulacak en güzel, eğlenceli parkur oluşuydu.
Yarış günü toplanma alanında eşyaları kolayca teslim edip, herkes kayıt olurken bildirdiği hedef süresine uygun hız gruplarına dağılıyor. Yarışmacılar yarış başlangıcında kendi hız gruplarıyla çıkmaya riayet ediyor. Kendi pace grubunla çıktığın için kimse kimseyi sollamak zorunda kalmıyor, böylece oluşacak tehlikeleri ve yavaşlamaları engellemiş oluyorlar.
Murat’la bu yüzden ayrı gruplarda çıkış yaptık, çünkü ben onun yarısı kadar hızda koşabiliyorum =) O ön gruplardan biriyle start aldı. Ben çok daha yavaş koştuğum için sonlarda bir grupta, arkadaşım Olga ile yarışa başladım. 19 bin kişinin start aldığı yarışta 16km’ye kadar Olga’yla birlikte koştuk, 16.km’den sonra Olga’sız devam etmek zorunda kaldım, keşke birlikte bitirseydik, bunun anlamı çok büyüktü çünkü Olga olmasaydı ben enerjim son km’lere yetsin diye belki daha çekingen ve yavaş koşacaktım, Olga’yı yavaşlatmamak istediğim için normal hızımın üzerinde koşmuştum, Olga’da keza aynı düşünceyle 16′ya kadar benimle geldi.
İlk 10K nasıl bitti anlamadık, çünkü her birkaç kilometrede bir karşımıza çıkan cheer zone’lar fena coşturuyordu. Bu sefer Murat’ı dinleyip, kulaklıksız, müzik dinlemeden koştum ve iyi ki de öyle yapmışım. Yarışta etraftaki coşkuyu, tezahüratı, çalan müzikleri cheer zone coşkusunu duymak çok başkaymış. Bir bakıyorsun sambacı kızlar dans ediyor, bir bakıyorsun köprü altında parti var herkes eğlenerek bizi karşılıyor, bir bakıyorsun bir koro harika bir şarkıyla seni gazlıyor, diğer yanda meşaleler tutuşmuş davullar çalıyor, bir kaç kilometre sonrası bir rock grubu karşına çıkıyor ve eğlenerek koşarken zaman algımız değişiyor, mesafeler sanki kısalıyor. 21km boyunca yol kenarına dizilmiş Kopenhag’lılar bizlere tezahürat yapıyor, çocuklar ellerini uzatıp çak yapıyor… Şehirde inanılmaz bir coşku var, halk kendini bu olaya dahil ediyor, sokaklar tıklım tıklım, çocuklar daha bebek yaşta bu kültürle, coşkuyla büyüyor ve bunu orada yaşamak bizler için müthiş bir deneyim oldu. ilk 10km kilometre böylece hızla bitiveriyor.
Pırıl pırıl güneşli bir havada başlayan yarışın 9-11km’leri arasında sağanak ve peşinden ceviz büyüklüğündeki dolu yağışına yakalanmıştık. Bu hava tahminlerinde hiç görünmeyen, doğal afet büyüklüğünde bir sürprizdi. Olga’yla birlikte sağanak altında kahkahalar atarak, dolu altında dayak yercesine hızla koşuyorduk. Kopenhag belki de tarihinde ilk kez su baskınları yaşamıştır.
İşte burada kıyafet seçiminin ve bilen sözü dinlemenin önemini bir kez daha anladım. Murat bana o sabah tayt giymemem için ısrar etmişti “hangi profesyonel atleti bir yarışta taytla koşarken gördün” demişti. Evet haklıydı ama sabah çok soğuk oluyor, yarış başlayana kadar üşürüm korkusuyla tayt giymiştim. Yarışın kilit hatasıydı bu =)
Hep sınır olarak 15k’yı geçince bu iş tamamdır diye aklıma yerleştirmiştim. Buraya kadar çok rahat gelmiştim, “15K yazısını görünce “Wow! ilk kez 15K koştum ve harika hissediyorum” diye motivasyonum iyice yükselmişti, bu kadar iyi hissettiğime inanamıyordum. Üstelik artan mesafeye rağmen hala hayatımın en hızlı koşusunu yapıyordum. Fakat yağış sonrası ıslak ve soğuktan kurumayan taytım 15. km’den sonra başıma büyük bela oldu. Bacak kaslarım git gide soğuduğu için katılaşmaya başladı. Uzun mesafe koşucularının kabusu duvar, 16. kilometrede tam karşımdaydı ve ben ona toslamamak için mental bir mücadeleye girmiştim. Aslında nefesim, enerjim ve motivasyonum gayet iyiydi ama bacaklarım sanki artık benimle değildi. Özellikle bitişe son 2km kala bacaklarımda 100kg ağırlık var gibiydi, yerden zor kaldırıyordum. Soğuktan karnımın ağrıdığını, ayakkabımın içinin havuz gibi su dolu olduğunu farkettim. Tam içindeki su boşalıyor bir başka birikintiye dalıyordum, tekrar içi havuz gibi devam ediyordum, bunlar beni pek zorlamamıştı aslında ama katılaşan bacaklarım tam bir ızdıraptı.
Son kilometrelerde artık resmen üst baldırlarım kesilmiş gibi acıyordu, adımlarım iyice kısalmıştı. Bitireceğime çok inanmıştım, 16′ya kadar çok kuvvetli gelmiştim, Murat beni finish’te bekliyor olmalıydı, ona daha çabuk ulaşmalıydım, zaten yürümeye kalksam o yolu asla tamamlayamazdım… Devam etmek zorundaydım, o an bir saniye soluklanmak için duraklasam yeniden kıpırdayamayacağıma emindim. Bu arada en büyük üzüntüm yarışta havalı pozlarım olsun diye, gece uykumdan ödün verip, büyük emekle saçlarımı düzleştirmiştim ve kopan fırtınayla saçlarım tekrar kıvırcık olmuştu =D Akışına bırakmak, çok planlamamak gerekiyormuş. 3. yarışımın dersi de bu oldu.
Ve sonunda başardım! Son 300 metre. Fırtına sonrası cheer zone falan kalmamış, başlardaki kalabalık azalmış, etraf biraz sessizleşmişti. Özellikle son 2k kendimi sürekli telkin etmiştim. “yaparsın Çiko, buraya kadar geldin, nefesin çok iyi, bacakları boşver acısın, bak 2K kaldı, 2K nedir ki, hiç birşey, bakkala gider gibi.. devam 19 koştun, bitti işte.. ” sürekli bunları tekrar ettim, hem de sesli sesli =) Asla bırakmayı düşünmedim ama bacaklarımın istem dışı durmasından çok korktum, bu yüzden bacaklarımı unutmaya, yok saymaya çalıştım. Derken Ozan‘ın “aa Çiseren geliyor” dediğini duyup, tanıdık bir ses duymanın heyecanıyla kafamı çevirdiğimde seyircilerle parkuru ayıran bariyerlerin arkasında, Ozan’la beraber Murat’ı görünce tarifsiz bir mutluluk yaşadım. Bariyerlerin üzerinden atlayıp parkurda yanıma gelen Murat’la son bir kaç yüz metreyi koşarken artık kendimi telkin etmeme gerek yoktu, elimden tuttuğunda daha canlı koşuyordum =) O son metreler yarışın en uzun ve en tatlı kısmıydı. Tarif edilemeyen duygular… Hayatında hissettiğin tüm abartı duygular o an seninle geliyor. Bir yandan canın acıyor ama bir yandan hiç bu kadar mutlu hissetmemişcesine acını uyuşturuyor.
Yarışın son metreleri, güneş yeniden açmıştı:
Murat bir yandan beni görüntülüyor, bir yandan da tezahürat yapıyordu, bana çok büyük moral olmuştu. Finish’ten geçerkenki mutluluğum, şaşkınlığım yüzüme yansımış, onun çektiği video ve fotoğraflara bakınca tüm hislerimi yeniden yaşıyorum.
Finish’ten geçtikten sonra sımsıkı sarıldık, ağlamak istiyorum ama ağlayamıyorum, sanki soluk alamıyordum, kesik kesik nefes alırken bir yandan “yürümem lazım, acıyor” demeye çalışıyordum. O kadar mesafe koştuktan sonra birden durmak bacaklarımdaki acıyı arttırmıştı. Yarış bitince hemen hemen hepimiz hipotermiye girdik, bir anda vücut ısımız sert inişe geçti, hava soğuk, sırılsıklam ıslağız tabi. Yağıştan herkes dağılmış, etrafta bir kaos hali, artık cheer yapacak halimiz kalmamış, işin eğlencesi sönmüştü ve resmen hepimiz can derdindeydik =)
İyi ki Airbnb’den tutuğumuz evimiz yarış alanına çok yakındı, hemen eve gidip ısınmaya çalıştım ama ısınabilmem saatler sürdü. Sonra birden canlandık partilemek için kendimizi sokağa attık, sanki hiç koşmamışcasına Volt Floyd ekibimizle tam gaz eğlenceye devam ettik. Bir daha böyle bir yarışa katılırsak kesinlikle otel veya evi yarış alanına yürüme mesafesinde seçeceğim, bu sefer şansımıza denk gelmişti. Akşam üzeri “runner’s high” bünyemize ancak uğramıştı. Unutulmaz bir yarış yaşamıştık. İlk yarı maratonum fırtına engeline takılmış ama elimden kurtulamamıştı. Şimdi düşünüyorum şort giymiş olsaydım ya da yağış olmasaydı 02:25 değil de 15km ye kadar geldiğim hızla devam etseydim belki 02:15 olabilir miydi =) Bunu asla bilemeyeceğiz ama yarışlar ve yeni hedefler bunun için var, belki tekrar bu parkurda bu sefer doğal afetsiz koşmaya giderim.
Fırtına derken biraz daha açmak istiyorum o konuyu, yarış esnasında iki koşucuyu yıldırım çarptı, finish çizgisinde bir çalışanı elektrik çarptı. Aslında büyük bir felaket atlattık. Bunları tabi ki yarış bitince öğreniyoruz. Vay be biz survivor’a katılmışız meğerse dedik =D
Çok emek verdiğim ve istediğim bir şeyi bırakmadığım, bahanelere sığınıp pes etmediğim için çok mutluyum. Bu noktada sürenin ya da başka hiç bir şeyin önemi kalmıyor, hedeflediğim sürenin yine de altında (02:25) bitirdim, 2 saat 30 dakikadan önce zor bitirebileceğimi hatta belki de yürüyeceğimi düşünüyordum. En önemlisi kendi sınırlarımı zorlamış olmak, sabırla amacıma ulaşmak en büyük mutluluk. Uzun mesafe koşmak inandığın herşeye ulaşabileceğini öğretiyor, isteyince en imkansız sanılanı başarabildiğini, limitlerinin olmadığını öğretiyor, başkalarıyla yarışmıyor kendinle savaş veriyorsun, doğayla mücadele veriyorsun. İnsani temel duygularını aslında o yarış boyunca gel gitlerle yaşıyorsun.
Yarışın benim penceremden olan kısmı buydu, diğer açıdan Kopenhag yarı maratonu maceramız Murat’ın ve diğer bir çok arkadaşımızın 21K kişisel rekorunu kırdığı bir yarış oldu. Benim 10.km’de yakalandığım sağanağa onlar finish’e yaklaşırken yakalanmışlar ve bitiş çizgisini o sırada su basmış, epik bir finish sahnesiyle rekortmen kocamın fotoğrafını paylaşmamak haksızlık olur.
Aylardır hevesle beklediğimiz o müthiş yarış bitmişti. Artık eve dönmeye hazırlanırken bu sefer Memduh, Murat’ı Berlin Maratonu için ikna çabalarına başladı ve bunda da başarılı oldu. Memduh ve Murat Kopenhag’a birlikte hazırlanıp finishten beraber geçerek 01:34 ile personal best (kişisel rekor) yapmışlardı. Yani bizim muhteşem ikilimiz =) Memduh Berlin maratonu için önceden kaydını yaptırmış, Murat’a da tesadüf koşmaktan vazgeçen birinin göğüs numarası bulmuş ve haftalardır ikna etmeye çalışıyordu. Bu ısrara fazla dayanamayıp Kopenhag dönüşü bir kaç çekim yapıp, ani bir kararla hafta ortası İstanbul’dan Berlin’e bilet aldık. Murat 1 hafta içinde bir 21K bir tane de 42K maraton koşmuş olacaktı. Hayatında bir ilki, bu yorgunlukla nasıl başaracak bilmiyordum ama artık ona çok güveniyordum, mesafeler onu yoramıyor gibiydi. Gerçekten harika bir zamanda (03:30), yine o inanılmaz neşesiyle, ıslak parkura ve yağış boyunca sırılsıklam olan ayakkabılarına rağmen dimdik bitirdi bu 42k’yı da. Onu öyle sapasağlam finish’e koşarken görmek, en az o çizgiden kendim geçmişim gibi heyecanlandırmıştı beni. Çok gurur duydum.
Berlin Maratonu, katılım talebinin çok olduğu, bu yüzden kayıt olanların kura sonucu katılım hakkı kazandığı, yaklaşık 44bin kişinin koştuğu muazzam bir organizasyon. Çok geniş bir alan sadece koşucuların girebildiği güvenlik çemberi altındaydı. Finish çizgisine en fazla 300 metre yakınından seyredebiliyorsun, bitişe daha fazla yaklaşamıyorsun ki bu düzen, koşucuların için de daha iyi. Koşucuların alanında yarış sonrası tüm ihtiyaçları karşılanıyordu yiyecek içecek, sağlık hizmetleri hatta masaj hizmeti mevcuttu. Finish’e 300 metre kala Murat benim çığlıklarımı, tezahüratımı duymuş o kalabalıkta bana koşarken el sallamıştı ancak finish sonrası alana yaklaşamadığım için birbirimizi kaybettik ve mucizevi şekilde Murat’la tekrar parmaklıklar seyircileri ayıran parmaklıklar ardından buluşabildik. Ben ona telefonunu teslim ettim ve buluşma noktasında buluştuk. Yarış öncesi böyle bir ayrılığın olacağını öngörememiştik, buluşma noktası planlamamıştık, önceki yarışlar gibi finish’de sarılacağımızı sanıyorduk ancak bu sefer kucaklaşmamız Alman disipliniyle ertelenmişti. Neyse ki birbirimizi kaybetmedik =)
Berlin Maratonu’nun facebook sayfasında yayınladığı videolardan birinde Murat ve Memduh’un finishdeki kucaklaşmalarını video kapağı yapmışlar, 1:57′de izlenebilir
Dünyanın en önemli maraton atleti Eliud Kipchoge’nin birinciliğine gözlerimle şahit olduğum, bu sefer seyircilerin arasında bu coşkuya kapıldığım, en önemlisi başta Murat ve Volt Floyd familyamızdan milli atletimiz Ercan, Semih ve kaptanlardan Memduh‘a tezahürat yapmak benim için çok önemliydi. Dünyanın en büyük ve önemli maratonlarında, bir Türk koşu grubu olarak bayrağımızı dalgalandırmak ve bu kadar kalabalık bir ekiple peş peşe iki şehirde üst üste yarışmak çok gurur verici.
Koşu kültürü, uzun mesafe koşucuları her geçen gün artarken, grubumuzun buna katkısı çok büyük. Bizi de Kopenhag ve Berlin için harekete geçirmeleri ve bu coşkuyu bir aile olarak birlikte yaşamak çok güzeldi.
Artık önümüze yeni hedefler, yeni zaferler koyma vakti.
11
0 Comments